23 Şubat 2010 Salı

Gün, Doğdu!

Ah! Çocuk.. Öyle seviyorum ki seni, şehir saçlarından başlayıp parmak uçlarında son buluyor. Uzak bir mimaride sen, tanımsız dostlar biriktiriyorsun, benden uzak. Ah! Çocuk.. Yanıyor canım. Saçlarında gizlediğin kırıntılarda. Ah! Bu nasıl bir yangın? Bir dalgada yıkıverecek evini uzaklıkta, senden uzak yaşayan bir denizim, okyanusa niyetli. Kainata taşabilirim hırsımdan. Yerküreyi maviyede bayayabilirim, siyaha da senden çalıntı birkaç ezgiyle. Ah çocuk, avuç içinde biriktirdiğin sevgiyi bir çırpıda savuran, ah! Çocuk yanıyor omuzlarım taşımaktan yükünü, salamıyorum hiçbir yere, bırakamıyorum, vazgeçemiyorum da senden. Uzun uzadıya akıyorsun en eksik bıraktığım duygudan içeriye doğru. Gün doğmuyor. Söz verdiğin gün doğmuyor. Sonra bir ses fısıldıyor neden? Gün; doğdu! Neden fısıldıyor? Neden alıp çalıyor bu sesler benden seni? Neden? Gözlerimin gördüğüne kulaklarım inanmıyor neden? Bu gözler midir seni gören? Bu kulaklar mıdır seni duyan? Yırtıp atmak, delmek kör etmek bir çözüm mü, bir çözüm mü var olanı görmezden gelmek, önünde eğilmemek. Alışılagelmiş, yalanlamak bir çözüm mü? Yok hayır arzulamadım demek, patikadan yürümek değil de ana yoldan çıkmamak mıdır çözümü bunun? Seni görmemiş olsaydım, aldatıyorsunuz derdim, duymamış olsam, sağırsınız uyduruyorsunuz, varın gidin başımdan. Varın gidin işinize, gün doğdu. Varın gidin ona. Varın gidin... Ben gidemedim siz var gidin ona....

Hiç yorum yok: